11 Nisan 2012 Çarşamba

Tuz Hayat ( Yaşam )'dır


İnsan için Tuz nefes almak, su içmek kadar hayati önem taşır. İNSAN İÇİN TUZ KADAR SAF, DOĞAL, TEMİZ, ORTAM DOSTU BAŞKA BİR ÜRÜN YOKTUR.

Denizden yada Topraktan çıkarılan Tuz en mütevazi ticari ürünüdür. Sodyum hayat kurtarıcı bir element'tir. Sodyum korür ( Tuz )Hayvanlarda ve insanlarda beslenme ve fizyolojik işlevlerin yerine getirilmesi için en temel maddedir. Tarihe baktığımızda Tuzun insanlar için hayati önem taşıdığını görürüz. İnsanlar için Tuz aslında Altından çok daha değerlidir. Roman Lejyonerleri maaşlarını Tuz (salarium) olarak alırlardı. Günümüzde kullanılan maaş (salary - salarium yani tuz) kelimesi burdan türemiş'tir. "Tuzu kadar değerli" terimi burdan gelir. Bu yazının bu kadarını tercüme ettim şimdi hatırlayalım dünkü çeviriyi:

Midemizin çevresi kandan alınan sodyum klorür'le çevrilidir.Sodyum su ve karbon dioksitle birleşerek alkali TUZ yani SODYUM BİKARBONAT OLUŞTURUR. Biyokimyada bu şu şekilde formüle edilir: H20 + CO2 + NaCl = NaHCO3 + HCL. Bundan dolayı midemiz aslında yediklerimizi ALKALİ yapmaktan sorumludur. MİDEMİZ YEDİKLERİMİZİ YADA İÇTİKLERİMİZİ SİNDİRMEKLE SORUMLU DEĞİLDİR! ONLARI ALKALİ YAPMAKTAN SORUMLUDUR.

Kansere Karşı Dua'nın Gücü


"Bilimsel araştırmalar, inanç ve duanın hastaların bağışıklık sistemini güçlendirdiğini kanıtladı" diyen Prof. Erkan Topuz ekliyor: Her zaman için, hangi dinden olursa olsun hastalara inançlı olmalarını söylüyoruz. Çünkü inanmazsan zaten kaybedersin!..

İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Müdürü ve Sağlık Bakanlığı Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp Danışma Birimi Başkanı Prof. Dr. Erkan Topuz; kanserde alternatif tedavi yollarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı:
* Kanser tedavisinde tıbbın dışında inanç veya duanın etkisi var mı? Kanser tedavisi konusunda inanç çok önemli. İnancın, hastaların immün (bağışıklık) sistemini güçlendirdiği iddia ediliyor. İtalya'daki Katolik kiliselerinde bununla ilgili araştırmalar yapıldı. Araştırmanın sonuçları gösterdi ki; dua ve inanç hastaların immün sistemini güçlendiriyor. Biz onun için hastaya her zaman inançlı olmasını öneriyoruz. Her zaman için, hangi dinden olursa olsun... Hastalığı inançla beraber yeneceğimizi her zaman söyleriz. Bu gayet normal; çünkü inanmazsan zaten kaybedersin!

HEKİMLE BAĞ ÖNEMLİ

* İnançlarının da etkisiyle kanseri yenen kişi çok mu? Ben hastalarımla birlikte kanserle savaşırım. Çünkü ben eğitimimin çoğunu hastalarımdan aldım. İlaçların yan etkilerini, hastalığın komplikasyonlarını bana hastalarım öğretti. Hasta, hekime inandığı sürece tedavi yüzde 50 başarılı olmuş demektir. Hasta ile hekim arasındaki duygusal bağ kanserde çok çok önemlidir.
* Dua; komplikasyonları azaltıp, acıları hafifletir mi? Amerikan Teknoloji Değerlendirme Ofisi, 'Journal of Family Practice' adlı dergide son on yılda dinle ilgili yayımlanan araştırmaları değerlendirdi ve yüzde 83'ünde dinin fiziki sağlıkta iyileşme ile ilgili bulgularına rastladı. Yine iki önemli psikiyatri dergisinin son 12 yılda yayımlanan yazılarını inceleyen bir araştırmada; dindarlığın ruh sağlığında yüzde 92 iyileşme sağladığını belirten çalışmalar bulundu. 1988'de San Franscisco'da yapılan bir çalışmada; kalp krizi nedeniyle koroner yoğun bakımda olan hastalardan dua edenlerin daha az antibiyotiğe ihtiyaç duydukları ve daha az komplikasyon yaşadıkları, ancak hastanede kalış süreleri ve ölüm oranlarında bir fark görülmediği tespit edildi. Kansas şehrindeki hastane koroner yoğun bakım ünitelerinde yapılan daha büyük bir çalışmada da buna benzer sonuçlara ulaşıldı. Gruplar arasında hastanede kalış süresi ve kritik gün sayıları birbirinden farklı değildi. Ancak dua eden grupta yüzde 11 oranında daha az komplikasyonlara rastlandı. Buna istinaden araştırmacılar; duanın geleneksel tedaviye etkili tamamlayıcı bir ek olabileceği görüşüne vardı. Bu tedaviye başlamadan önce hasta rızası çok önemli. Duaya inanmayan veya tedavi olmak istemeyen hastalar, aracılar ile duanın bir parçası olabilirler. Ancak sadece bu yönteme güvenerek geleneksel tedavileri kabul etmemek ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.

BİLİNÇLİ HASTA OLUN

* Hastanelerde ibadethane olmalı mı? Birçok tıbbi kuruluş ve uygulayıcı, ruhaniliği ve duayı tedavinin bir parçası olarak görüyor. Bazı hastanelerde bu nedenle ibadethanelere yer veriliyor. Ayrıca din adamları ve gönüllü gruplar, hastaların ruhani ihtiyaçları için yardımda bulunabiliyor. Her kültürde ruhanilik ve duanın etkisini araştıran çalışmalar; genellikle dini inanış, dua ve davranışların sağlık, yaşam süresi ve hayat kalitesine etkisine odaklanmıştır. Bazı araştırmalar; Ortodoks düşünce ve inanışa sahip gruplarda daha düşük kanser ölüm oranları olduğu yönündedir. Ancak diğer araştırmalarda sağlık ve din ile ilgili fayda sağlayacak bulgulara rastlanmamıştır.
* Alternatif tedaviler kanser hastalarının sömürülmesi noktasında kullanıma açık değil mi? Kanserli hastalar dünyanın pek çok ülkesinde sömürülüyor. Maydonozu dövüp 500 bin ila 3 bin YTL arasında satıyorlar. Kanser hastalarının umutlarını çalıyorlar. Bunlarla savaşabilmek için hastanın bilinçlenmesi lazım. Umudunu kaybetmeden, iyiyle kötüyü ayırması lazım.

10 Nisan 2012 Salı

Kitap Önerileri 2


 Suyun İyileştirici Gücü



Su kaslarımız, kalbimiz, dokularımız, tüm hücrelerimiz ve organlarımızın çalışmasını sağlayan, vücudumuzun dışını ve içini temizleyen, toksik maddeleri vücudumuzdan atan muhteşem bir sıvıdır. Yaşamak için oksijenden sonraki en önemli ihtiyacımız sudur ve vücudumuzun % 70’i sudan oluşmaktadır. Yemek yemeden bitkin bir durumda 30 gün dayanabiliriz ama su içmeden ancak 7- 10 gün ayakta kalabiliriz. Sağlıklı bir şekilde uzun yıllar yaşayabilmek için bir insanın iklime, doğadaki aktivitesine ve ortam ısısına bağlı olarak minimum her gün 2,5 lt. su içmesi gerekmektedir. Ancak hangi suyun içilmesi gerektiği büyük önem taşımaktadır. Çünkü hidrojen ve oksijenin değişik biçimde kombinasyonları ile otuz altı farklı su türü olduğu ifade edilmektedir. Suyun içinde bulunan (+) pozitif yüklü alkali minerallerin (sodyum ve potasyum mineralleri) dengesi, yaşam dinamizmimiz için son derece önemli bir faktör olup, bu dengenin bozulması hücre yeteneklerinin hasara uğramasına neden olabilir. Hücre hasarının başlaması, yaşlanma sürecinin hızlanması demektir. Saçlarımızın ağarması, cildimizin kırışması, kemiklerimizin içinin boşalmaya başlaması, yüksek tansiyon, kolesterol, romatizma, diyabet ve kanser oluşumunun temel sebebi bu hücre düzeyinde yaşanan bozulmadan kaynaklanır. Bedenimizin ihtiyacı olan mikro yapıdaki alkali ve canlı iyonize suyu yeterli miktarda içerek çok daha zinde ve sağlıklı kalabilir yaşlanma hızımızı azaltabiliriz. İşte bu kitap, suyun yararlarını maksimum hale getirmek için bol miktarda içilmesi gereken alkali nitelikteki suyu ve onun nasıl elde edileceğini bütün yönleriyle ele alıyor. Kitabı okudukça suyun inanılmaz etkileri karşısında şaşıracak ve suyla ilişkinizi yeniden düzenleyeceksiniz.





Kan dolaşımı ve kompozisyonuna "Alkali Suyun" Etkisi


Kan dolaşımı ve kompozisyonuna "Alkali Suyun" Etkisi

Yoshitaka Ohno, M.D., Ph.D. and Howard Reminick, Ph.D., Ohno Institute on Water and Health, Explorer for the Professional, Vol 10:5, 2001.
İnsan vücudu komple bir organizma olup, değişik derecedeki başarılara rağmen kendi doğal zekası ile bütünlüğünü korur. Başarı, genetiğin kazandırdığı mükemmel özellikler, ,sağlığa gösterilen özen, bakımlı yaşam tarzı ve vücuttaki suyun kalite ,miktar ve niteliği ile orantılıdır.
Homeostasis-olarak isimlendirilen bütünlük veya stabilite, vücutta düzensizliği yaratan güçlerle, düzeni korumaya çalışan güçler arasındaki dengedir. Vücud uzun süre düzensiz güçlerin etkisi altında kalması sonucunda hastalıklar oluşur. Homeostasis hasara uğrar ve öncelikle kanın stabilitesi negatif olarak etkilenir.
Vücudu sağlıklı tutmak veya tekrar düzene sokarak normal haline getirme hizmetlerinin tümü Homeostasis prosesleridir. Hücrelerin yapı ve fonksiyonlarında herhangi bir değişiklik olmadığı sürece vücut Homeostasis konumunda olup, buna vücut sıvılarının kimyasının stabil olması (kanda dahil olmak üzere) şartıda eklenmelidir. Kısaca, Homeostasis, vücudun kendini iyileştirme yöntemidir
Homeostasis, kanın hasarlı bölgeye getirdiği enerji,oksijen ve besin değerleri ile dolaşımdaki kanın kompozisyonu, muntazaman akışı ve pH sı ile kanın arteria duvarlarında plak oluşmasına engel olma yeteneği ile çok yakından ilgilidir
Kan vücutta iletişim ve taşıma işlevlerinide yapar. Mekanik hasarlar ve enfeksiyonlara karşı temel savunma hattıdır. Akciğerlerden hücrelere oksijen, hücrelerden akçiğerlere karbondioksit , bağırsakladan hücrelere gıda, bezlerden hücrelere hormon taşır. Vücut pH sını (asit/alkali ) ve vücut ısısını ayarlar.
Hücre içi ve dışındaki vücut sıvısının pH ı önemli bir faktördür. Kanın pH I 7.3 ile 7.45 gibi çok dar bir aralıkta bulunmalıdır. Kan pH ının 7.3 ün altında olması asit dengesizliği yaratarak hücresel bozulma ve hastalıklara sebep olur, böylece hipertansiyon, diyabet, migren, astım gibi bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklar ortaya çıkar.
pH faktörü, hücresel sıvı da bulunan bazı kimyasallar, glükoz ve metabolizma için önemli maddelerin seviyesini düzenleyen özel bir mekanizmadır. Asit/alkali oranı dengede olmalıdır aksi halde metabolizma hasar görür. Devamlı asit tarafına denge bozulması hayati önemde sorunlar yaratır.
Kan pH derecesi, asidik beslenme ve içme suyuna ilave edilen asidik maddeler nedeniyle yükselir. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda, kanser, MS ve Alzheimer hastalıklarının, kanın asidik pH derecesi ile direk olarak ilgili olduğu rapor edilmektedir. Vücut sıvılarının devamlı olarak asidik olmaları halinde bir çok hastalığın neden olan “asidosis” oluşur. Asidosis ile yetişkin hastalıkları ve erken yaşlanma arasında yakın ilgi vardır.
Diyabet, asidosis nedeniyle oluşan metabolizma hastalıklarındandır. Normal şartlarda pankreas insulin salarak kan şekerini normal seviyede tutar.Vücuttaki düzenleme ve tamponlama mekanizmaları hücreler ve kandaki asit/alkali dengesini düzende tutarak metabolizmanın bozulmasını önlerler. Buna rağmen, bazı hallerde vucudun bu kendi-kendini regüle etme fonksiyonu yeterli olamaz ve denge bozulur.
“şeker yüklemesi” gibi durumlarda ,pankreas insulin salgılayarak kan şekerini 80-100 mg da sabit tutar Kan şekerinin 80 in altına düşmesiyle ortaya çıkan hipoglisemi nin bir çok nedeni olmakla beraber genelde kan dolaşımına fazla insulin verilmesindendir.
Hücrelere devamlı biçimde insulin verilmesi sonucunda biriken insulin, lipit ve arter duvarlarında plaklar oluşturarak Arterioscleros hastalığına sebep olur. Bu şekilde pankreasın, aşırı çalışarak yüksek miktarda insulini kan dolaşımına pompalaması halinde normal kan şekeri seviyesi düşerek diyabet hastalığını ortaya çıkartan hipoglisemi oluşur. Şayet pankreas aşırı çalışmasına devam etmek zorunda kalırsa, bir süre sonra çalışmasını durdurarak insulin üretimine son verir.
Asidik pH derecesi hazım sistemini negatif etkileyerek zararlı asidik artık maddeler oluşmasına sebep olarak metabolizmayı hasara uğratır. Aşırı asidite sebebiyle bozulan pH dengesi,vücudun bağışıklık sistemini etkileyip hücre bozulmalarına neden olarak yaşlanma sürecini hızlandırır.
Aşırı asidik artıkların oluşturarak vücudun asit/alkali dengesini bozan faktörler arasında örnek olarak, günümüzün dengesiz beslenme tarzındaki asidik yiyecek ve içecekler ile , kimyasallarla işlem görmüş su yu verebiliriz.Vücut ihtiyaç duyduğu kalsiyum gibi alkali mineralleri organ ve hücrelerden alarak bozulan dengenin yeniden kurulması için aşırı gayret gösterir. Yüksek asiditenin devam etmesi hücre ve organlardan alınan kalsiyum alımı devam etmesine sebep olarak hücre ve organlardaki kalsiyumu bitirir.Bu durumda parathyroid aktif hale gelir ve vücud kalsiyumunun % 99 unu içeren kemiklerden kalsiyum çekilmesini organize ederek ileride ortaya çıkabilecek olan osteoporos ve diğer yaşlılık hastalıklarının tetiklenmesinde etken rol oynar.
Kanın yarıdan fazlası (dört ile altı litre arası) yoğun protein içeren renksiz bölümdür. Bu renksiz serum içinde dolaşan ve hemoglobin taşıyan hücreler kanın kırmızı rengine verir. Kan serumu, büyük kısmı su olmak üzere enzimler, proteinler, yağlar, glikoz, vitaminler, mineraller, oksijen ve artık maddelerden oluşur. Kan akışı ile serumdaki hormonlar tüm vücudumuzda mesaj ve talimatları taşırlar.
Genel olarak hormonlar küçük moleküller olup, protein reseptörleri tarafından hücre çevresinde absorbe olunurlar. Adrenal bezindeki adrenalin enerjiyi üretmek üzerine odaklanmıştır. Vücut tehlikeyi hissettiği anda derhal etkinleşir. Insulin ve glikojen küçük protein hormonları olup kandaki seker seviyesinin işaretidir.
Kan serumu, kanın pıhtılaşmasını sağlayarak vücudun fiziksel hasarlara karşı korunmasını temin eder. Yabancı organizmaların bağışıklık sisteminde yapabileceği hasarların önlenebilmesi için kan serumunda gerekli tüm techizat vardır.
Trilyonlarca hücrenin beslenmesini sağlamak ve hücrelerde oluşan artık maddeleri böbrek ve akciğerler aracılığı ile vücuttan uzaklaştırmak için kan devamlı ve durmamacasına hareket eder. Kanın bu devamlı devinimini engelleyecek herhangi bir şey oksijenin akımınına mani olarak organlarda önemli hasarlarlar oluşmasına neden olur. Bu olay kanın viskozitesi ile doğrudan ilgili olup kanın kompozisyonunu etkiler.Kan akış hızının azalmasının en önemli nedenlerinden biri vizkozitesinin yüksek olmasıdır.
Kan vizkozitesi suyun vizkozitesinden 4 kez daha fazladır. Yeterli derecede alkali olmayan su kan viskozitesini artırabilir. Şayet kanın içerdiği su temiz değil işe viskozite dahada artması ile artık maddeler ve plakların oluşumu hızlanır, hücre ve organların beslenmesi önemli ölçüde aksar. Bunun sonucunda bölgedeki serbest radikallerin çoğalarak gelişir ve kanda bulunan doymuş yağlarla oksijen bağlantıları kurarak hücre zarına ve Damar yapısına  bağlanırlar. Bu oluşumlar zaman içinde artarsa, örneğin beyin hücreleri etrafındaki plak şeklindeki kalsifikasyonlar beyin fonksiyonlarını hasara uğratarak Alzheimer hastalığına neden olabilirler. Şayet bu oluşumlarDolaşım sistemin de ortaya çıkarsa hipertansiyon ve kalp krizi riski doğabilir.
“Koyu kan” ve “sulu kan” konusunda devamlı bir tartışma konusudur. Şimdiye kadar kanın hayati maddeleri ve antijenleri bağışıklık sistemine nasıl ulaştırdığı konusunda doyurucu bir açıklama yapılamamıştır. Ancak kanın, vücutta üretilen idrar, ter, mide suları ve likit karbondioksit gibi vücut sıvılarının yaratıcısı ve düzenleyicisi olduğunu biliyoruz.
Koyu kan “yapışkan” kandır. Bu kanda doymuş yağlar, plaklar ve asidik artık maddeler yoğundur. Bu koyu kütlelerin uzun yıllar hücre ve organlarda birikimi sonucunda gut, böbrek- mesane taşı ve çeşitli allerjiler gibi bağışıklık sistemi hastalıkları ortaya çıkar. Kan düzgün biçimde akmalıdır. Kanın alkali olması ile, viskozitesi ve akış hızı normalleşir, arter duvarlarında ve hücre zarlarında plak ve yağ birikimi oluşması önlenebilir.
Sirkülasyondaki kanın alkali olması konusunda önemli teoriler olup bir çok klinik deney sonucu bu teoriyi doğrulamaktadır. Bunlardan bir tanesi, kandaki hemoglobin molekülündeki demir in ionizasyonu nedeniyle kan akışını artırmasıdır Hemoglobin kendi başına magnetic elektrik yükü taşımaz, buna rağmen kan suyundaki alkalite (alkali mineraller) hemoglobin molekülüne elektrik yükleyerek onun hareket etmesini sağlarlar. Bu şekilde kanın akıcılığı ve viskozitesi uygun düzeye gelir.
Kan akışına akıcılığın sağlanması vücut sağlığı için çok önemli bir faktördür. Bu akıcılığın devamlı şekilde sağlanması ile bağışıklık sistemi ile ilgili bir çok hastalığın önüne geçilmiş olur. Hemoglobin hücrelere oksijen taşır. Hastalanmış veya hasara uğramış hücrelere bol miktarda oksijen taşınabilirse daha çabuk iyileşmeleri ve metabolizmaya tekrar sağlıklı biçimde kazandırılmaları mümkün olabilir.
Alkalinite,kanın akışı, pH sı ve kanın kimyası açısından çok gerekli bir faktördür. Kanın % 90 ının su olması kanın kalitesini önemli biçimde etkiler. “Kan akışı ve kan kimyasının su ve insan sağlığı ile ilişkileri nasıl olmalıdır ?” konusunda geçmiş 3 yıl içinde Ohno Enstitüsünde yapılan klinik çalışmalarda, İonize Alkali-Su yun bağışıklık sistemi ile ilgili dejeneratif hastalıklar ve yaşlanma sorunlarında iyilik sağladığı belirlenmiş olup önemli bazı sonuçlar şunlardır;
1- Asiditenin hücrelerden uzaklaştırılması.
2- Hücre detoksifikasyonunun artırılması.
3- Hücre içi hidratasyonun artırılması
Bu hususlar dolaşımdaki kanın kalitesi açısından çok etkin niteliklerdir.

Nasıl Yaşlanırız ?

Nasıl Yaşlanırız ?


Kandaki alkali ve asit dengeleyiciler sürekli olarak kanın pH 7,365’de tutulmasını sağlar. Kan çok alkali olduğu zaman yani pH seviyesi yükseldiğinde alkali dengeleyiciler çalışır, pH düştüğünde yani asidik olduğunda ise asit  dengeleyiciler devreye girer.

Asit dengeleyiciler bikarbonatlardır (HCO3). Bunlar, alkali minerallerle birleşirler. Örneğin; sodyum bikarbonat (NaHCO3), Potasyum bikarbonat (KHCO3), kalsiyum bikarbonat (Ca(HCO3)2) ve magnezyum bikarbonat (Mg(HCO3)2) gibi.
Alkali dengeleyicinin en önemlisi karbonik asittir (H2CO3). Karbonhidratların tamamı oksijen ile yandığı zaman CO2 ve H2O ya dönüşürler. Bu yüzden, her hangi bir alkali dengeleyici eksikliği söz konusu olamaz.
Ancak ,kanda yetersiz miktardaki bikarbonat vücutta üretilen asidik atıklarla olan dengeleme prosesini olumsuz etkilerler ve bu yaşlanmanın en önemli nedenidir. Vücuttaki asidi yönetemezsek, kontrol altında tutamazsak asidik artıklar bedenimizde,yavaş yavaş birikmeye ve kendilerini ürik asit, kolestrol, yağ asidi, sülfat, böbrek taşı şeklinde göstermeye başlar.
Alkali suyun; yüzey gerilimi, suyun molekül yapısı, molekül hacmi,  pH değeri üzerinde etkisi vardır. Ancak bunlardan pH değerini arttırıcı özelliği hariç diğer özellikleri mide asidi ile karışınca niteliklerini kaybederler.
Esasında 10 gibi yüksek pH değeri de mide asidi ile etkileşime girdiğinde kaybolur ama karşı etki olarak mide asidinin de pH değeri 4,5 üstüne çıkar ve bu, mide hücrelerinin tekrar asit salgılaması için tetikleyici görevi görür. Hidrokrolik Asit (HCl) üretilmesi aşamasında ortaya çıkan bikarbonatlar ise kan dolaşımına geçer. Alkali suyun yani pH değeri yüksek olan suyun en önemli fonksiyonu kan içindeki bikarbonat miktarını yükseltmesidir. Bikarbonat kaybettiğimiz ölçüde  de yaşlanırız.
Sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevre kirliliği, yoğun rekabet ortamında yaşanan aşırı stres, hızlı tüketim alışkanlığının sonucu olarak yüksek proteinli ve enerjili hazır besinler vücudumuzdaki asidik yoğunluğunu daha da artırmaktadır. Doğal ortamdan uzaklaştıkça daha fazla asidik yiyecekler tüketip, diğer faktörlerinde etkisi ile daha asidik bir yaşama doğru kayıyoruz. Bu yüzden yaşlandıkça daha hızlı oranlarda bikarbonat kaybetmeye başlıyoruz ve bu kaybı karşılayamadığımız noktada ise daha da hızlı yaşlanıyoruz.
Asit Toplanması ve Yaşlanma
1996 yılında Dr.Lynda Frossetto ve Antohony Sebastian tarafından Kalifornia Üniversitesi San Francisco Kampusu, İlaç ve Genel Klinik Merkezi’nde yapılan araştırmada, yaşla birlikte asit radikallerinin arttığı (H+) buna karşılık bikarbonat miktarının düştüğü tespit edilmiş, yaşla birlikte metabolik asidozun nasıl ortaya çıktığı bilimsel olarak açıklanmıştır.
Vücuttaki asit birikiminin, yaşlanmanın temel nedenini teşkil etmesi, asidik birikmenin önlenmesinin veya azaltılmasının önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bunun sağlanması aynı zamanda yaşlılığa bağlı olarak gelişen dejeneretif yaşlanma problemlerine de çözüm getirecektir.
Asitliğin azaltılması ve asit/alkali dengesini sağlamanın en iyi ve en etkili yolu potasyum ve sodyumun birlikte kullanılmasıdır. İnsan vücudu için potasyum/sodyum dengesi en az asit/alkali dengesi kadar önemlidir.
Dr.Frossetto ve dört arkadaşı tarafından yapılan diğer bir araştırma ortaya koymuştur ki potasyum eksikliği birçok sağlık sorununa neden olmaktadır. Potasyum bikarbonatın uygulanması yaşa bağlı gelişen düşük derecedeki metabolik asidozu yavaşlatmakta ve yaşlanmanın belirtileri olan, kemik erime oranı (osteoporosis), kalsiyum fosfor dengesizliği, nitrojen dengesizliği (ürit asit) üzerinde de düzeltici etkileri olmaktadır.
Yaşlılık ve Dejeneretif Hastalıklar
Sürekli asidik atıklar üretmemize rağmen vücudumuz inanılmaz şekilde kanımızı ve hücre içi sıvılarımızı hafif alkali tutmayı başarır. Kanımızın pH seviyesi 7,4 iken hücre sıvılarının pH seviyesi 7,2-7,3 arasındadır.
Atıkların çoğu vücuttan idrar ve ter yolu ile atılır. Bu yüzden idrar genellikle asidiktir (pH 4,6-8 arası). Vücut içinin hafifçe alkali olmasına karşılık, deri yüzeyi asidiktir.
Kanın asitliliğini azaltmanın diğer bir yolu solunumdan geçer. Ciğerlerimiz nefes verirken sürekli CO2 atıldığı zaman karbonik asitten geride sadece su kalır. (H2CO3→H2O + CO2 ) Bu, kanın asitliliğini azaltmanın en hızlı yoludur. Toplar damarlarda kana giren maddenin miktarına göre pH da ufak oynamalar olabilir ancak atar damarlarda pH oldukça sabittir.
Atabildiğimizden daha fazla asidik artık üretmeye başladığımızda , vücut içindeki sıvıların alkali durumunu korumak yaşamsal önem taşımaya başlarve bu yüzden, vücut bazı sıvı asitleri, katı asitlere çevirir. Kolestrol, ürik asit, yağ asitleri ve fosfat katı hale çevrilen asitlerdendir.
Dejeneretif hastalıkların birçoğu asidik atıkların vücudumuzun herhangi bir yerinde toplanmasından kaynaklanır. Bu yüzden asit toplanmasının yoğun olduğu bölgeye göre belirtiler de farklılıklar gösterir. Ancak neden aynıdır: Çok fazla asidik atık!
Ürik asit kristallerinin eklem, özellikle ayak bölgesinde toplanması ile çok ağrılı bir rahatsızlık olan “gut” oluşur. Özellikle proteince yüksek et ve benzeri ürünlerin fazlaca tüketilmesi sonucu ortaya çıkan çok fazla ürik asitten kaynaklanan bu durum, zengin hastalığı olarak da adlandırılır.
Fosfor ve kükürtçe zengin besinlerin oksidasyonu sonucu ortaya çıkan fosforik ve sülfirik asit gibi güçlü asitleri nötralize etmek için vücut kemiklerimizden kalsiyumu alarak bu asitleri daha zayıf asit olan fosfat ve sülfüre çevirir. Bu durum, kemik erimesinin en basit gelişimidir. Böbrek taşlarındaki üre ve fosfat, kalsiyum ve asit karışımıdır.
Sonuç olarak, asidik atıkların, artık kandaki asit dengeleyiciler tarafından  kolaylıkla nötralize edilemeyecek şekilde artmasından dolayı meydana gelen asit birikiminin yol  açtığı  nedenlerden dolayı yaşlanırız.  Asidik atık üretiminin  alkali yaşam tarzı  ile düşürülebilmesi veya üretilmiş asitleri nötralize edebilecek , dengeleyebilecek şekilde alkali madde katkısı yapılması durumunda ise yaşlanmayı yavaşlatmak, geciktirmek ,daha sağlıklı  ve uzun yaşamak mümkündür.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Alkali misin, asidik mi?


Alkali misin, asidik mi?




Sağlık ve vücudumuzun dinginliği en önemli  konu olsa gerek. Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur diyerek, yeni bir gelişmeyi sizlere aktarayım.
Kanser tedavisinde son önemli buluş, pH’ı yüksek yiyecek ve içeceklerle beslenmek.
Kısaca buna ; 
Karbonatlı su mucizesi...deniyor.
Sodyum bikarbonat’ı suda erittikten sonra kullanarak 5 gün içerisinde vücudumuzdaki pH seviyesini 8’in üzerine çıkarabiliyormuşuz. İdrardaki  pH seviyesi vücudumuzdaki her organı etkilemektedir. Ortamın asidik olmasının kanseri tetiklediği yeni keşfedilmiş bir şey değil  üstelik. Denemekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Bildiğimiz Karbonatı nasıl kullanacağız: Bir büyük bardağa 2 tatlı kaşığı karbonat konulduktan sonra üzerine  bir miktar kaynar su dökülerek köpürtülür ve karbonatın suda iyice erimesi sağlanır. Sonra üzerine normal su dökülür, karıştırılır ve içilir. Eğer Kanser, MS, Diabet hastasıysanız vücudu Alkali hale getirmek için ilk hafta aç karnına yemeklerden 1 saat önce bu uygulama 2 kere tekrarlanır. Sonraki 3 Hafta sadece sabahları kahvaltıdan önce aç karnına içilerek devam edilir. 1 Ay sonra gidip hastalığınızı kontrol edip iyi olup olmadığınızı görebilirsiniz. Eğer idrarınızdaki pH 7.5 ve üstüyse Alkali haldedir vücudunuz dilerseniz her gün bir çay kaşığı suya karbonat atıp her ün kullanmaya devam edebilir ya da sadece ihtiyaç duyduğunuzda bunu uygulayabilirsiniz.
İdrarınızdaki pH seviyesini öğrenmek için ise gelişen teknoloji ile birlikte
Üretilen Diital pH ölçer edinmekte, soruna katkı verebilir. Digital pH ölçerler gibi laboratuarlarda kullanılan pH kağıtlarınıda temin edebilirsiniz. Basit olduğu gibi faydalı bir metod olabilir.
     
Kanser, Diabet, MS, Akne, Egzama ve diğer bütün hastalıklar Asidoz’dan kaynaklanmaktaymış…
Asidoz kısaca vücudun işleyebileceğinden daha fazla asidin hücrelerde toplanması olarak değerlendirilebilir. Metabolizma fazla asitten korunmak için yağ depolamakta ve vucüdumuzu deforme eden bu yağlar ise kilo sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
•Bunama
•Bağışıklık sistemi yetersizlikleri
•Ostrepoz
•Erken yaşlanma
•Erkeklerde prostat problemleri,asidoz un başımıza açtığı sağlık sorunları.
•Eğer sağlık probleminiz varsa büyük ihtimalle vücudunuz asidik olmaya başlamıştır.Vücut pH’nin hafifce alkali olmasını sağlamaksızın vücudun kendini iyileştirmesi mümkün değildir.
     
Alkali mi, asidik mi olmanız gerekiyor buna siz karar verin artık…!
Sağlıcakla Kalın.

    Günseli RUMELİOĞLU
Anayurt Gazetesi Köşe Yazarı

13 hocanın yazdığı kanserden kurtuluş reçeteleri "Kansere Çözüm var" kitabında...


KansereCozumVar-3Boyut.jpg

"Kansere Çözüm var"

Kansere Çözüm Var! bir yanda sağlıklı insanların ve özellikle çocukların kanserden korunmaları için güçlü bir zırh-rehber, diğer yanda bir kanser hastasının tüm ihtiyaçlarına yanıt veren bir yol arkadaşı.
Kitap en güncel bilimsel veriler, en son tedavi teknolojileri ışığında, kansere çözüm bulmaya odaklandı. Gerek kanserden koruyucu yaşam tarzı gerek tedavide izlenecek adımlar gerekse tedaviyle birlikte uygulanacak tamamlayıcı önlemlerle ilgili son derece somut ve uygulanabilir reçeteler sunuyor.
Kitabı, alanlarının en iyileri profesör ve doçentlerden kurulu bir anti-kanser timi, bir ‘Rüya Takımı’ hazırladı. Onkoloğundan beslenme uzmanına, biyofizikçisinden nükleer tıpçısına, iç hastalıkları uzmanından din psikoloğuna, elektrik ve elektronik mühendisinden kimya mühendisine birbirinden değerli bu bilim insanları ilk kez bir kitapta buluştu.
Okuyunca göreceksiniz, lafı bile korkutan kanser aslında herhangi bir hastalıktan başka bir şey değil. Üstelik önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık! Hem de yüksek başarı yüzdesiyle…

İŞTE 13 KİŞİLİK ‘RÜYA TAKIMI’, KİTABIN BÖLÜMLERİ
VE O BÖLÜMLERDEN ÇARPICI BİLGİLER

TÜRKİYE KANSERLE NASIL SAVAŞIYOR?


Prof. Dr. A. Murat Tuncer – Sağlık Bakanlığı Kanser Dairesi Başkanı

Kanser önce beyinde başlıyor ve beyinde tedavi ediliyor. Öyle insanlar görüyorum ki, kanser oluyorlar ama öyle iyi davranıyorlar ki, yumuşak insanlar... Bu insanların çoğu kanseri yeniyor. Yani pozitif enerji galip geliyor. Bazen de öyle insanlar görüyorum ki, çok agresifler! Etraflarında her şeylere takılıyorlar. Ama onların kanserleri de onlara öyle bir ters bakıyor ki, neye uğradıklarını şaşırıyorlar ve ne yapsak durmuyor o kanser!

SİGARA SİZİ YOK ETMEDEN SİZ ONU TERK EDİN!
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta – Göğüs Hastalıkları Uzmanı

Sigara dumanında 4 binden fazla kimyasal madde var. Bunların en azından 40 tanesi kanserojen yani kanser yapıcı madde. İçilen sigara sayısı ve sigara içilen süre ne kadar fazla ise kanser riski de o kadar artıyor. Sigara içmiş olanların kansere yakalanma riskleri hiçbir zaman hiç sigara içmemişlerinki kadar olamıyor. Bundan dolayı da, en doğrusu hiç sigara içmemek! İçenlerin de kanser risklerini azaltmak için bir an önce sigara ile ilişkilerini kesmeleri şart.


KANSER ÇEŞİTLERİNE GÖRE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
VE KANSERDEN KORUNMA YOLLARI
Prof. Dr. Erkan Topuz – Tıbbi Onkoloji Uzmanı

Bizler artık hastalık yoktur hasta vardır teorisiyle yol alıyoruz. Hastanın genetik ve moleküler seviyesine iniliyor ve her hastaya özel bir tedavi uygulanıyor. İşte en önemli olay bu! Bugün geldiğimiz noktada kanser hastalarını kurtarma şansımız %80-90 yani artık kanser tedavi edilebilir bir hastalık.

ÇOCUKLARDA KANSER NASIL ÖNLENİR?
Prof. Dr. M. Alp Özkan – Pediatrik Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı

Günümüzde çevresel faktörler ve çevre-gen etkileşimi, kanserden korunmak için en çok dikkat edeceğimiz alanı oluşturmaktadır. Tıbbi görüntüleme yöntemlerini çocuklarınıza mümkün olduğunca az uygulatın. Çocuklarımıza mümkünse cep telefonu kullandırmayalım. Çocuklarımızı, büyük alışveriş merkezlerinde uzun süreli gezdirmeyelim. Çocuğumuzu yüksek teknoloji ürünü televizyonlarımızın yakınında uzun süreli oturtmayalım.


HANGİ KANSERDE HANGİ BİTKİ KULLANILIR?
Doç. Dr. V. Canfeza Sezgin – İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı

Kansere karşı yararlı gıdaların başında sarımsak ve soğan, brokoli ve lahana, domates ve biber, portakal ve limon, kırmızı renkli meyveler, tam tahıl ve fasulye, bitki ve baharatlar, yeşil çay gelmektedir. Keklik otu meme, yumurtalık ve rahim kanserlerine karşı, zerdeçal prostat, kalınbağırsak ve cilt kanserine karşı, biberiye meme, akciğer ve cilt kanserine karşı koruyucu olabilir. Zencefil de antioksidan ve iltihap giderici özelliklere sahip yararlı gıdalar arasında ilk sırada yer almaktadır.

DOĞRU BESLENME KANSERDEN KORUR!
Prof. Dr. Ahmet Aydın – Beslenme Uzmanı

Yiyeceklerimizde ya da diğer çevresel faktörlerde bulunan kanser ajanları DNA’larımıza bağlanarak hasara uğratıyorlar. Hasar kritik bir düzeye ulaşınca da normal hücreler kanserli hücreler haline dönüşüyor. Sağlıklı bir insan vücudunda bulunan DNA onarım enzimleri ve diğer gen koruyucu mekanizmalar 24 saat içinde hasarın yüzde 90’ını temizliyor. Her insan hücresinde günde yaklaşık 10 bin mutasyon oluyor. Eğer DNA onarım enzimleri yoksa ya da yetersiz çalışıyorsa bu mutasyonlar hızla kansere yol açıyorlar. Hücrelerin DNA onarım kapasiteleri sınırlı; sonsuz değil. Bu nedenle gen koruyucu mekanizmalar son derece önemli. Genlerin korunmasındaki en önemli faktör ise onları besleyen besin maddeleri ve vitaminler.

ŞEKER NEDEN TATLI TATLI ZEHİRLER?
Prof. Dr. M. Canan Efendigil Karatay – İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı

Kanser hastalıklarının riskini daha fazla artırmak istemiyorsak, rafine şeker, mısır şurubu, glikoz ve yapay tatlandırıcılar gibi fabrikasyon işlemden geçmiş şekerleri, unlu ve nişastalı yiyecekleri, meyve, meyve suyu, bal, pekmez gibi doğal şekerleri aşırı miktarda tüketmemek için gayret sarf etmeliyiz. Hatta mümkünse yavaş yavaş azaltarak hayatımızdan çıkartmalıyız.


GIDALARIMIZ NE DURUMDA? GDO KANSERE SEBEP OLUR MU?
Dr. Yavuz Dizdar – Radyasyon Onkolojisi Uzmanı


GDO’dan uzak duracağız çünkü kanser yapma olasılığı çok yüksek. Kesin veri var mı? Hayır yok ama bu kadar genetik anomaliye neden olan, düşük ve kısırlık yapan bir şeyin kanser yapmama olasılığı çok zayıf. Hangisi yapıyor bilinmiyor ama kanserler artıyor. GDO’ların dünyaya sunulması ile paralel bir artış var, bunu da kimse reddedemez. Cennet gibi verimli ülkemizde GDO’ya ihtiyaç yok. Hem kendimizi hem gelecek nesillerimizi hem de biyoçeşitliliğimizi korumak için, GDO’lu tohumların Türkiye’ye ithalatı bir an önce yasaklanmalı.

ZEHİRLİ KİMYASALLARI VÜCUDUNUZA ALMAYIN!
Mennan Aysan Kuzanlı – Kimya Mühendisi

Kimyasalları, detoks yöntemleriyle vücudumuzdan atarak ve yeni toksik maddeleri de vücudumuza almayarak hem kanserden korunabilir hem de ilerlemesini engelleyebiliriz. Çözünebilir elyaflar sebebiyle maruz kalınan kanser oluşumunu tetikleyebilecek toksik maddeleri de, alkali yapıdaki suyun da yardımıyla vücudumuzdan süpürüp atabiliriz. ‘Alkali su’ içmek hücre beslenmesi ve yenilenmesini sağlayarak hastalıklardan korunmamıza da yardımcı olur.

ELEKTROMANYETİK ALANLAR VE KANSER
Prof. Dr. Süleyman Daşdağ – Biyofizik Uzmanı

Elektrikle çalışan cihazları kullanmadığımız zaman, fişlerini prizden çekmeliyiz. Saçlarımızı kurutmak için yeterli zamanımız varsa, doğal yollarla kurutmalıyız. Bilgisayarların gereksiz yere kullanımından kaçınmalıyız. Bilgisayar kullanırken, bilgisayarlar ile aramızdaki mesafeyi, işimizi aksatmamak koşuluyla olabildiğince uzak tutmalı ve işimiz bittiğinde bilgisayarı kapatıp, fişini prizden çekmeliyiz. Yatak, koltuk vb oturma gruplarının yerlerini, manyetik alanların duvarlardan geçebileceğini göz önünde bulundurarak belirlemeliyiz. Böylece gereksiz manyetik alan oluşumunu önlemiş oluruz.


CEP VE BAZ’DAN YAYILAN DALGALARLA KANSER İLİŞKİSİ
Prof. Dr. Selim Şeker – Elektrik ve Elektronik Mühendisi

Çocuklarımızın cep telefonuna bağlı kansere yakalanma riski, bir yetişkine oranla çok daha fazla. Çünkü çocuklar cep telefonlarının radyasyonuna çok daha uzun süreli maruz kalacak, sinsi tümörler erkenden işe başlayacak ve onların minik vücutlarında gelişebilmek için çok daha uzun zaman bulacak.


NÜKLEER TIP VE RADYOLOJİ ALANINDA
GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİNİ KULLANIRKEN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
Yard. Doç. Dr. Erol Ergüler – Nükleer Tıp Uzmanı

Bugün e-posta veya cep telefonu mesajları aracılığıyla ‘check-up’ kampanyaları haberleri geliyor, özel sağlık sigortası şirketleri promosyon olarak ‘check-up’ paketleri sunuyor. Allah rızası için bir düşünün! Hasta veya sağlıklı olsun, insanları önce bir hekimin iyice dinlemesi, varsa eski tetkiklerine bakması ve muayene etmesi gerekir. Bu bir saate yakın muayene sonunda herkes için farklı tetkiklerin yapılması gerekecektir ya da hiç tetkik gerekmeyebilir. Öyleyse bu ‘paket’ler nedir? Neresi bilimseldir? Sonuçta rastgele ‘check-up’ yaptıran herkes kendisi için gereksiz tetkik yaptırıyor ve riski üstleniyor diyebiliriz.


KANSER TEDAVİSİNE MANEVİ VE PSİKOLOJİK YAKLAŞIM
Doç. Dr. Öznur Özdoğan – Din Psikologu

Hastaların şifa sürecinde manevi yaklaşıma yönelmelerinde, anahtar önemde olan bazı temel faktörler vardır. Bunlardan birincisi; bir insanın kendini Yaratıcısına bırakma isteği; ikincisi, ruhsal arınma isteği; üçüncüsü, tıp bilimi ile manevi inancın birlikte kullanılmasının iyi sonuç vereceğine duyulan güven; dördüncüsü, Yaradan’ın en iyiyi takdir edeceğine inanma; beşincisi, Yaradan’ın hastalığı iyileştireceğine yürekten inanmaktır.

Sevgi ve hoşgörü birçok hastalığın ilacı





Sevgi ve Hoşgörü Kanserin İlacı


Kanser hücreleri sert bir protein kılıfla kaplıdır. Etten kaçınarak bu protein kılıfa daha fazla miktarda enzimin saldırmasını ve kanserli hücreleri öldürmesini sağlayabilirsiniz. Antioksidan, vitamin, mineral gibi bazı destekleyiciler, vücudun kanserli hücresini öldüren savunma hücrelerini güçlendirir. E vitamini gibi bazı destekler, istenmeyen hücrelerin sağlıklı bir yolla bertaraf edilmesini sağlar... Kanser zihinsel, vücutsal ve ruhsal bir hastalıktır. Proaktif ve pozitif bir ruha sahip olmak, kanserle savaşan bünyeye ‘survivor’ özelliği kazandırır.
Kızgınlık, affetmeyi bilmeyen, mutsuz bünyelerde vücut stres içinde kalır ve vücut ortamı asidik hale gelir. Sevgi, hoşgörü, yaşamdan zevk alma kanserin düşmanıdır. Kanser hücreleri oksijenli ortamda yaşayamaz. Derin solunum oksijenin hücrelere derinlemesine nüfuz etmesini sağlar ve kanser hücrelerinin yok edilmesine yardımcı olur. Plastik su şişelerinin dondurucuya konması, plastikten suya dioxin maddesinin geçmesine yol açar. Dioxin, doğada yok edilemeyen, hücrelere son derece toksik etki gösteren kanser etkenlerinden biridir. Mikrodalgada plastik kapta yemek ısıtmayın. Özellikle yağlı gıdaların plastik kapta ısıtılması yiyeceğe ve oradan vücuda dioxin alınmasına yol açar. Isı yağ ve plastik, dioxin demektir. Yemek ısıtmak için cam kabı tercih edin.

Lifli yiyecekler vitamin bakımından da zengindir
Alkali-asit meselesi: Vücut sıvılarının pH’ları farklı olmakla beraber, 6.5-8.5 aralığındadır. Kan pH’sı 7.35-7.45 aralığında yani hafif alkali, idrar 6.5 civarında yani hafif asittir. Mide ortamı doğası gereği asit, bağırsak ortamı alkalidir, her ortamın normal pH’sındaki değişimlerin gerek asit, gerekse alkali yönüne kayması sıkıntı yaratır. Asit baz dengelerindeki küçük oynamalar bile vücutta ciddi rahatsızlıklar oluşturur. Vücut, son derece karmaşık bir asit-baz dengesi düzenleme mekanizmasıyla bu oynamalara karşı tedbirler alır ve dengeler. İdrar steril oluşunu bu hafif asit ortama borçludur, alkali idrar bakteri üremesine daha açık hale gelir.
Alkali iyi, asit kötüdür inancı
Son dönemlerde revaç hale gelen magazin tıp yaklaşımlarına, alkali detoks kürleri, vücudu asitten koruma, kanserli hücrenin asit ortamdan beslenmesi gibi bilgilere bakarak “alkali iyidir, asit kötüdür” gibi bir genelleme yapmak yanlıştır. Alkali de en az asit kadar tahriş yaratır. Nötral aralık dediğimiz 6-8.5 pH’nın altındaki asidik ortam kadar, üzerindeki alkali değerler de vücuda zarar verir; pH 10’da hücrenin DNA bütünlüğünü sağlayan bağlar parçalanır. Vücut için asidoz kadar, alkaloz da son derece ciddi riskler oluşturur. Doğum esnasında sık yüzeysel solunumun yol açacağı solunumsal alkaloz, hekimleri tedirgin eden tablolardan biridir.
Sebze ile alkali ortam yaratma
Sebze ağırlıklı beslenme, hem hafif alkali ortam sağlayarak bağırsakta zararlı asidik ortamı hafif alkaliye çevirme bakımından, hem yararlı sindirim enzimleri, hem lifli yapı, hem kolay hazım ve hem de içeriklerindeki vitaminler, mineraller, antioksidanlar bakımından iyidir.
Kanser hücresinin cerrahi
yöntemde yayılması
Geçen hafta kanserli hücrenin, tümörün cerrahi ile çıkarılması esnasında yayılabileceğinden bahsettik. Bu, sakın ameliyat olmayın anlamına gelmiyor. Hekimler, artık hangi tümöre hangi şartlarda cerrahi uygulanacağını gayet doğru şekilde hesaba katıyor.
Sağlıkla,


Dr. Seyfullah Dağıstanlı