Kan dolaşımı ve kompozisyonuna "Alkali Suyun" Etkisi
Yoshitaka Ohno, M.D., Ph.D. and Howard Reminick, Ph.D., Ohno Institute on Water and Health, Explorer for the Professional, Vol 10:5, 2001.
İnsan vücudu komple bir organizma olup, değişik derecedeki başarılara rağmen kendi doğal zekası ile bütünlüğünü korur. Başarı, genetiğin kazandırdığı mükemmel özellikler, ,sağlığa gösterilen özen, bakımlı yaşam tarzı ve vücuttaki suyun kalite ,miktar ve niteliği ile orantılıdır.
Homeostasis-olarak isimlendirilen bütünlük veya stabilite, vücutta düzensizliği yaratan güçlerle, düzeni korumaya çalışan güçler arasındaki dengedir. Vücud uzun süre düzensiz güçlerin etkisi altında kalması sonucunda hastalıklar oluşur. Homeostasis hasara uğrar ve öncelikle kanın stabilitesi negatif olarak etkilenir.
Vücudu sağlıklı tutmak veya tekrar düzene sokarak normal haline getirme hizmetlerinin tümü Homeostasis prosesleridir. Hücrelerin yapı ve fonksiyonlarında herhangi bir değişiklik olmadığı sürece vücut Homeostasis konumunda olup, buna vücut sıvılarının kimyasının stabil olması (kanda dahil olmak üzere) şartıda eklenmelidir. Kısaca, Homeostasis, vücudun kendini iyileştirme yöntemidir
Homeostasis, kanın hasarlı bölgeye getirdiği enerji,oksijen ve besin değerleri ile dolaşımdaki kanın kompozisyonu, muntazaman akışı ve pH sı ile kanın arteria duvarlarında plak oluşmasına engel olma yeteneği ile çok yakından ilgilidir
Kan vücutta iletişim ve taşıma işlevlerinide yapar. Mekanik hasarlar ve enfeksiyonlara karşı temel savunma hattıdır. Akciğerlerden hücrelere oksijen, hücrelerden akçiğerlere karbondioksit , bağırsakladan hücrelere gıda, bezlerden hücrelere hormon taşır. Vücut pH sını (asit/alkali ) ve vücut ısısını ayarlar.
Hücre içi ve dışındaki vücut sıvısının pH ı önemli bir faktördür. Kanın pH I 7.3 ile 7.45 gibi çok dar bir aralıkta bulunmalıdır. Kan pH ının 7.3 ün altında olması asit dengesizliği yaratarak hücresel bozulma ve hastalıklara sebep olur, böylece hipertansiyon, diyabet, migren, astım gibi bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklar ortaya çıkar.
pH faktörü, hücresel sıvı da bulunan bazı kimyasallar, glükoz ve metabolizma için önemli maddelerin seviyesini düzenleyen özel bir mekanizmadır. Asit/alkali oranı dengede olmalıdır aksi halde metabolizma hasar görür. Devamlı asit tarafına denge bozulması hayati önemde sorunlar yaratır.
Kan pH derecesi, asidik beslenme ve içme suyuna ilave edilen asidik maddeler nedeniyle yükselir. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda, kanser, MS ve Alzheimer hastalıklarının, kanın asidik pH derecesi ile direk olarak ilgili olduğu rapor edilmektedir. Vücut sıvılarının devamlı olarak asidik olmaları halinde bir çok hastalığın neden olan “asidosis” oluşur. Asidosis ile yetişkin hastalıkları ve erken yaşlanma arasında yakın ilgi vardır.
Diyabet, asidosis nedeniyle oluşan metabolizma hastalıklarındandır. Normal şartlarda pankreas insulin salarak kan şekerini normal seviyede tutar.Vücuttaki düzenleme ve tamponlama mekanizmaları hücreler ve kandaki asit/alkali dengesini düzende tutarak metabolizmanın bozulmasını önlerler. Buna rağmen, bazı hallerde vucudun bu kendi-kendini regüle etme fonksiyonu yeterli olamaz ve denge bozulur.
“şeker yüklemesi” gibi durumlarda ,pankreas insulin salgılayarak kan şekerini 80-100 mg da sabit tutar Kan şekerinin 80 in altına düşmesiyle ortaya çıkan hipoglisemi nin bir çok nedeni olmakla beraber genelde kan dolaşımına fazla insulin verilmesindendir.
Hücrelere devamlı biçimde insulin verilmesi sonucunda biriken insulin, lipit ve arter duvarlarında plaklar oluşturarak Arterioscleros hastalığına sebep olur. Bu şekilde pankreasın, aşırı çalışarak yüksek miktarda insulini kan dolaşımına pompalaması halinde normal kan şekeri seviyesi düşerek diyabet hastalığını ortaya çıkartan hipoglisemi oluşur. Şayet pankreas aşırı çalışmasına devam etmek zorunda kalırsa, bir süre sonra çalışmasını durdurarak insulin üretimine son verir.
Asidik pH derecesi hazım sistemini negatif etkileyerek zararlı asidik artık maddeler oluşmasına sebep olarak metabolizmayı hasara uğratır. Aşırı asidite sebebiyle bozulan pH dengesi,vücudun bağışıklık sistemini etkileyip hücre bozulmalarına neden olarak yaşlanma sürecini hızlandırır.
Aşırı asidik artıkların oluşturarak vücudun asit/alkali dengesini bozan faktörler arasında örnek olarak, günümüzün dengesiz beslenme tarzındaki asidik yiyecek ve içecekler ile , kimyasallarla işlem görmüş su yu verebiliriz.Vücut ihtiyaç duyduğu kalsiyum gibi alkali mineralleri organ ve hücrelerden alarak bozulan dengenin yeniden kurulması için aşırı gayret gösterir. Yüksek asiditenin devam etmesi hücre ve organlardan alınan kalsiyum alımı devam etmesine sebep olarak hücre ve organlardaki kalsiyumu bitirir.Bu durumda parathyroid aktif hale gelir ve vücud kalsiyumunun % 99 unu içeren kemiklerden kalsiyum çekilmesini organize ederek ileride ortaya çıkabilecek olan osteoporos ve diğer yaşlılık hastalıklarının tetiklenmesinde etken rol oynar.
Kanın yarıdan fazlası (dört ile altı litre arası) yoğun protein içeren renksiz bölümdür. Bu renksiz serum içinde dolaşan ve hemoglobin taşıyan hücreler kanın kırmızı rengine verir. Kan serumu, büyük kısmı su olmak üzere enzimler, proteinler, yağlar, glikoz, vitaminler, mineraller, oksijen ve artık maddelerden oluşur. Kan akışı ile serumdaki hormonlar tüm vücudumuzda mesaj ve talimatları taşırlar.
Genel olarak hormonlar küçük moleküller olup, protein reseptörleri tarafından hücre çevresinde absorbe olunurlar. Adrenal bezindeki adrenalin enerjiyi üretmek üzerine odaklanmıştır. Vücut tehlikeyi hissettiği anda derhal etkinleşir. Insulin ve glikojen küçük protein hormonları olup kandaki seker seviyesinin işaretidir.
Kan serumu, kanın pıhtılaşmasını sağlayarak vücudun fiziksel hasarlara karşı korunmasını temin eder. Yabancı organizmaların bağışıklık sisteminde yapabileceği hasarların önlenebilmesi için kan serumunda gerekli tüm techizat vardır.
Trilyonlarca hücrenin beslenmesini sağlamak ve hücrelerde oluşan artık maddeleri böbrek ve akciğerler aracılığı ile vücuttan uzaklaştırmak için kan devamlı ve durmamacasına hareket eder. Kanın bu devamlı devinimini engelleyecek herhangi bir şey oksijenin akımınına mani olarak organlarda önemli hasarlarlar oluşmasına neden olur. Bu olay kanın viskozitesi ile doğrudan ilgili olup kanın kompozisyonunu etkiler.Kan akış hızının azalmasının en önemli nedenlerinden biri vizkozitesinin yüksek olmasıdır.
Kan vizkozitesi suyun vizkozitesinden 4 kez daha fazladır. Yeterli derecede alkali olmayan su kan viskozitesini artırabilir. Şayet kanın içerdiği su temiz değil işe viskozite dahada artması ile artık maddeler ve plakların oluşumu hızlanır, hücre ve organların beslenmesi önemli ölçüde aksar. Bunun sonucunda bölgedeki serbest radikallerin çoğalarak gelişir ve kanda bulunan doymuş yağlarla oksijen bağlantıları kurarak hücre zarına ve Damar yapısına bağlanırlar. Bu oluşumlar zaman içinde artarsa, örneğin beyin hücreleri etrafındaki plak şeklindeki kalsifikasyonlar beyin fonksiyonlarını hasara uğratarak Alzheimer hastalığına neden olabilirler. Şayet bu oluşumlarDolaşım sistemin de ortaya çıkarsa hipertansiyon ve kalp krizi riski doğabilir.
“Koyu kan” ve “sulu kan” konusunda devamlı bir tartışma konusudur. Şimdiye kadar kanın hayati maddeleri ve antijenleri bağışıklık sistemine nasıl ulaştırdığı konusunda doyurucu bir açıklama yapılamamıştır. Ancak kanın, vücutta üretilen idrar, ter, mide suları ve likit karbondioksit gibi vücut sıvılarının yaratıcısı ve düzenleyicisi olduğunu biliyoruz.
Koyu kan “yapışkan” kandır. Bu kanda doymuş yağlar, plaklar ve asidik artık maddeler yoğundur. Bu koyu kütlelerin uzun yıllar hücre ve organlarda birikimi sonucunda gut, böbrek- mesane taşı ve çeşitli allerjiler gibi bağışıklık sistemi hastalıkları ortaya çıkar. Kan düzgün biçimde akmalıdır. Kanın alkali olması ile, viskozitesi ve akış hızı normalleşir, arter duvarlarında ve hücre zarlarında plak ve yağ birikimi oluşması önlenebilir.
Sirkülasyondaki kanın alkali olması konusunda önemli teoriler olup bir çok klinik deney sonucu bu teoriyi doğrulamaktadır. Bunlardan bir tanesi, kandaki hemoglobin molekülündeki demir in ionizasyonu nedeniyle kan akışını artırmasıdır Hemoglobin kendi başına magnetic elektrik yükü taşımaz, buna rağmen kan suyundaki alkalite (alkali mineraller) hemoglobin molekülüne elektrik yükleyerek onun hareket etmesini sağlarlar. Bu şekilde kanın akıcılığı ve viskozitesi uygun düzeye gelir.
Kan akışına akıcılığın sağlanması vücut sağlığı için çok önemli bir faktördür. Bu akıcılığın devamlı şekilde sağlanması ile bağışıklık sistemi ile ilgili bir çok hastalığın önüne geçilmiş olur. Hemoglobin hücrelere oksijen taşır. Hastalanmış veya hasara uğramış hücrelere bol miktarda oksijen taşınabilirse daha çabuk iyileşmeleri ve metabolizmaya tekrar sağlıklı biçimde kazandırılmaları mümkün olabilir.
Alkalinite,kanın akışı, pH sı ve kanın kimyası açısından çok gerekli bir faktördür. Kanın % 90 ının su olması kanın kalitesini önemli biçimde etkiler. “Kan akışı ve kan kimyasının su ve insan sağlığı ile ilişkileri nasıl olmalıdır ?” konusunda geçmiş 3 yıl içinde Ohno Enstitüsünde yapılan klinik çalışmalarda, İonize Alkali-Su yun bağışıklık sistemi ile ilgili dejeneratif hastalıklar ve yaşlanma sorunlarında iyilik sağladığı belirlenmiş olup önemli bazı sonuçlar şunlardır;
1- Asiditenin hücrelerden uzaklaştırılması.
2- Hücre detoksifikasyonunun artırılması.
3- Hücre içi hidratasyonun artırılması
Bu hususlar dolaşımdaki kanın kalitesi açısından çok etkin niteliklerdir.